Son yıllarda artan kadın cinayetleri, özellikle Türkiye'de sıklıkla gündeme gelmekte ve toplumda ciddi bir infiale neden olmaktadır. Kadınların yaşadığı şiddet içeren deneyimler, sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal ve toplumsal sonuçlar doğurmaktadır. Bu korkutucu tabloya son vermek için pek çok kadın, cesurca haykırışlarını dile getiriyor. Zeynep'in hikayesi, bu çığlığın bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Ülkede sıkça yaşanan şiddet olayları ve bunların arka planındaki toplumsal dinamikler hakkında farkındalık yaratmak amacıyla Zeynep'in durumu dikkat çekiyor. Zeynep, “Öldürüldükten sonra adım duyulsa ne olur?” diyerek, topluma güçlü bir mesaj vermek istiyor.
Zeynep, sıradan bir genç kadın olarak hayallerinin peşinden koşarken, yaşadığı şiddetten dolayı hayatının karardığını anlatıyor. Elde edilen istatistikler, Türkiye'de her üç kadından birinin şiddete maruz kaldığını göstermektedir. Zeynep de bu istatistiğin bir parçası olarak, sevgilisi tarafından fiziksel ve psikolojik şiddete uğradı. Önceleri ilişkisinin sıradan bir aşk hikayesi olduğunu düşünen Zeynep, zamanla fiziksel şiddetin sınırlarını aşan bir korkunun pençesine düştü. Bu zorlu mücadele, Zeynep'in içsel gücünü ve cesaretini artırırken, aynı zamanda içinde yaşadığı toplumun karanlık yüzü ile de yüzleşmesine neden oldu.
Geçmişte maruz kaldığı şiddeti unutmaya çalışmakla birlikte, Zeynep’in hikayesi, kendisine yapılanların hafızasında silinmez bir iz bıraktı. Her geçen gün artan korku ve kaygıyla, hayatta kalma savaşı vermeye başladı. Sadece kendisi için değil, aynı zamanda gelecekteki nesiller için de adalet arayışına girdi. Ancak bu yolculuk, Zeynep için hiç de kolay olmadı. Birçok kadın gibi, Zeynep de toplumun kendisine yüklediği kalıp yargılarla mücadele etmek zorunda kaldı. “Sürekli olarak mağdurun suçlu görüldüğü bir toplumda, benimle aynı durumda olan kadınların seslerini yükseltmeleri gerekiyor,” diyor Zeynep.
Şiddete uğrayan kadınların haklarının savunulması gerektiğini belirten Zeynep, bu konudaki toplumsal farkındalığın artırılması gerektiğinin önemine dikkat çekmektedir. Türkiye’nin dört bir yanında sıkça yaşanan kadın cinayetleri, bu anlamda toplumsal bir yara haline gelmiştir. Kadınlar, yaşadıkları şiddet olaylarını duyurmakta zorlanırken, medyada yer bulmakta da bir o kadar güçlük çekiyorlar. Zeynep, “Eğer ben bu zulme maruz kaldıysam, başka kadınlar da var,” diyerek yaşadığı durumu dile getiriyor. Bu noktada, Zeynep’in hikayesinin yalnızca kendi bireysel mücadelesi değil, aynı zamanda kolektif bir isyanın başlangıcı olabileceği gerçeği öne çıkıyor.
Bu vicdanları kanatan hikaye, Zeynep’in justici yaptığı gibi diğer kadınları da cesaretlendirmekte. “Sesimi kaybetmeden, topluma bir şeyler anlatmalıyım,” diyor. Zeynep, adalet arayışında yalnız olmadığını biliyor. Sosyal medya üzerinden #KadınaŞiddeteSon gibi kampanyalarla sesini duyurmak isteyen Zeynep, toplumda yerleşik olan cinsiyet rollerine ve kadın cinayetlerine karşı önemli bir duruş sergiliyor. Bu bağlamda, Zeynep’in sesi, sadece kendi hikayesinin de ötesine geçerek, diğer kadınları da cesaretlendirmekte ve toplumsal bir bilinç yaratma yolunda önemli bir adım oluşturmaktadır.
Sonuç olarak, Zeynep’in hikayesi, sadece bir bireysel mücadelenin ötesinde, toplumun her bireyini ilgilendiren, kadın hakları ve toplumsal adalet bağlamında hayati bir önemi ifade ediyor. Zeynep, bu cesur çıkışı ile sadece kendisinin değil, birçok kadının sesi olurken, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddete dur demek adına büyük bir adım atmıştır. “Umuyorum ki bir gün, bir kadın daha Zeynep gibi haykırmadan, adaleti bulabilir,” diyerek sözlerini sonlandırıyor. Zeynep'in hikayesi, kadınların yaşadığı zulmü gözler önüne sererken, aynı zamanda toplumsal farkındalığın ne denli önemli olduğunu da bir kez daha hatırlatıyor.