Son günlerde medyada yer alan bir haber, herkesin yüreğini dağladı. İstanbul'da yaşanan bir aile dramı, vicdanları sızlattı. Eşi tarafından kızı ile birlikte katledilen bir anne, son günlerinde yaşadığı psikolojik baskıları ve ürkütücü hislerini yakın çevresiyle paylaşmıştı. "Sonum iyi olmayacak" sözü, artık sadece bir uyarı olmayacak, aynı zamanda bir trajedinin öncesini simgeleyecek. Bu acı olay, aile içi şiddetin ne denli yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Yaz aylarının sonlarına gelindiği bir gün, İstanbul'un sakin bir mahallesinde yaşanan olay, herkesin kanını dondurdu. Anne, eşiyle geçirdiği son günlerde yaşadığı olağanüstü gerginliği, hatta kızının geleceği için duyduğu kaygıyı, arkadaşlarına ve aile üyelerine sıkça dile getirmişti. Ancak bu uyarılar, ne yazık ki dikkate alınmadı. Eşinin ona uyguladığı psikolojik şiddet ve tehditler, yaşamanın artık çekilmez hale geldiği bir durumda sona erdi. Olayın ardından yapılan incelemelerde, sosyal çevresinin onun yaşadığı olayları ne denli hafife aldığını gösteriyor. Birçok kişi, kadın hakları savunucularının mücadele ettiği aile içi şiddet konusunun önemli bir sorun olduğunun farkında olmalarına rağmen, bu durumun ne kadar ciddi sonuçlar doğurabileceğini görmemişti.
Aile içindeki şiddet, sadece fiziksel bir saldırı değil, aynı zamanda psikolojik bir çöküş anlamına geliyor. Bu tür durumlarda, mağdurlar, genellikle içinde bulundukları problemlerden dolayı yalnızlık hissine kapılır ve insanları bilgilendirmekten çekinir hale gelirler. Katledilen annenin bildiği ve çevresine aktardığı gerçekler, bu kırılgan durumun bir yansımasıydı. Önceden "Sonum iyi olmayacak" diyerek çevresini uyaran kadın, ne yazık ki sesini duyuramadan hayatını kaybetti. Bu trajedi, bireylerin, ailelerin ve toplumun bu konuda daha fazla bilinçlenmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor. Herkese düşen görev, bu tür olaylara karşı sessiz kalmamak ve mağdurlara destek olmaktır.
Bu acı olay, yetkili mercilerin ve toplumun, aile içi şiddet konusunda daha fazla duyarlılık göstermesi gerektiğini vurgulamaktadır. Kadın cinayetleri, toplumsal bir yaradır ve bu yaraların sarılması için ortak bir mücadele gerekmektedir. Ayrıca, bu tür olayların sadece mağdurların değil, aynı zamanda sanıkların da aile yapısını etkilediği ve toplumda kalıcı izler bıraktığı asla unutulmamalıdır. Her bir bireyin, yaşanan bu tür olaylara göz yummadan hareket etmesi, belki de daha nice canların kurtarılması için atılan ilk adım olacaktır.
Trajediden sonra, halk ve yetkililer, mevcut yasaların yetersizliğini tartışmaya açtı. Aile içi şiddet mağdurları için danışmanlık hizmetlerinin artırılması ve sosyal destek mekanizmalarının güçlendirilmesi gerektiği konusunda ortak bir görüş birliği oluştu. Herkes, kadınların güvenli bir yaşam sürmelerinin toplumsal bir sorumluluk olduğunu kabul etmeye başladı. Yasaların cezalandırıcı olmaktan çok, koruyucu ve önleyici bir nitelikte olması gerektiğinin altı kalın kalemle çizildi.
Sonuç olarak, bu korkunç cinayet sadece bir anne ve çocuğun hayatını sona erdirmekle kalmadı; aynı zamanda toplumun aile içi şiddete karşı bakış açısını da etkiledi. Şimdi, tüm toplum olarak bu olaydan ders alıp, yaşanabilecek benzer trajedilerin önüne geçmek için harekete geçme zamanı. Her bireyin sesini duyurması, toplumsal dayanışmanın bir parçası olması ve mağdurların yanında yer alması, bu tür olayların önlenmesine katkı sağlayacaktır.